Giriş:
Avrupa son
dönemlerde aşırı sağ partilerin yükselişi, milliyetçilik söylemlerinin artması
ve yabancılara yönelik ayrımcı politikaların uygulanmasına sahne olmaktadır. Irkçılığın yeni yüzü olarak görülen bazı olaylardan
örnekler vererek başlamak yeni ırkçılık kavramı hakkında da düşüncelerin
oluşmasına faydalı olacaktır. 2011 Temmuz ayında Norveç’te düzenlenen saldırıda
77 kişinin öldürülmesi, Almanya’da ve Fransa’da sürekli çıkan kundaklama
olayları, banliyö ayaklanmaları, camilere ve okullara yapılan saldırılar, terminal,
havaalanı ve metrolarda uygulanan kontrol aramaları ayrılıkçı uygulamaların
sadece bizlere haberlerden yansıyan birkaç örneğidir.
Arada kalmış insan grupları
için bir bahçıvan metodu metoforu
kullanılmaktadır. Bu metot içinde toplumun tasarımı kodladığı varsayılarak
bahçedeki güzel çiçeklerin kalması gerektiğini, ayrıksı otların ise bir an önce
kesilmesi gerektiği vurgulanır. Toplumsal bir tahayyül oluşturulup,
kategorileştirme yapılır. Buradan varılacak sonuç, içselleştirilmiş bir
ötekilik duygusunun oluşturulmasıdır. Toplum tasarıyı kodlar, bunu insanlara
empoze eder, nasıl ki bahçıvan bir bahçeyi tanzim ederken, bu gül dursun, şu
ayrıksı otunu koparayım, diğer menekşe dursun onu güle benzetebiliriz tarzında
kategorileştirme yapıyorsa yeni ırkçılığı benimseyen yönetimlerde insanları
parçalara bölme isteğindedir. Burada, ayrıksı ot, bir gül olamadığı ve gül
olmayı beceremediği için kendini mutsuz hissetmeye başlar. Geleneksel yapıdan
kopmaya çalışıp yeni kültürlere-bölümlere eklemlenememiş, arada kalmış insan
grupları için bu metafor kullanılmaktadır. Bahçıvanın ayrıksı otuna azcık gül
gibi olki seni yolmayayım türünden bir tahakkümü, şimdilerde Avrupa ülkesindeki
yönetim etnik, dinsel, kültürel azınlıklara uygulanmaktadır.
Yeni ırkçılığın oluşmasına
sebep olan en önemli etken küreselleşme ile birlikte benimsenen yapısal uyum
politikalarıdır. Uyum ve küreselleşme
süreçlerinin önemli sosyo-politik sonuçlar ortaya çıkardığı oldukça açıktır. En
başta, yapısal uyum ve küreselleşme süreci, devletlerin ve devletlerarasındaki
eşitsizliğin yoğunlaşmasına neden olmuştur.[1] Küreselleşmenin getirdiği her şey olumlu
gibi gözüküyor olsa da bu yeniliklerin arka planını unutmamak gerekir.
Benimsenen büyüme modeli dâhilinde alınan ekonomik kararlar, ülkedeki ve
ülkeler arası eşitsizliği ve yoksulluğu güçlendirmiştir.[2]
Benimsenen bu büyüme modeli sonrasında, ülkelerde artan yoksulluğun göç
furyasına dönüşmesi, hoşgörülü ve liberal olarak nitelenen ülkelere kaçış, yeni
umutlarla başlatılan hayatlar artık zorluklara, bir takım ayrımcı davranışlara
tanık olmaktadır.
Balibar ve Wallerstein’ın Irk Ulus Sınıf adlı kitapta Balibar’a
ait olan‘’ Bir Yeni Irkçılık Var mı’’
adlı çalışmadan faydalanarak yeni ırkçılık kavramı örneklerle açıklanmaya
çalışılmış ve buna neden olan sebepler ortaya konmuştur.
Irkçılık Tanımları:
Klasik ırkçılık ve
yeni ırkçılık kavramlarını kısaca açıklayarak başlamak gerekirse, klasik
ırkçılık biyolojik ırkçılık anlamındadır. Fiziksel özellikleriyle birbirinden farklılaştığı
görülen toplulukların ayrı tutulmasıdır ve kıyaslanmasıdır. Bu gruplar arasında
kıyaslanmadan dolayı belli bir hiyerarşi meydana gelir. Ancak günümüzde, farklı
bölgelere göç, farklı bölgelerden oluşan evlilikler sonucu insanların saf bir
ırkı neredeyse hiç yoktur. Bu yüzden de, insanları belli fiziksel ve biyolojik
özelliklerine göre sınıflandırmanın mümkün olmadığı bilimsel araştırmalarla da
kanıtlanmıştır. Fakat ırkçılık olgusu farklı alanlarda yeniden canlanmıştır. Irksal
kategoriler terkedilse de, Balibar’ın deyimi ile ırksız ırkçılar oluşmuştur.
Yani, ırksal işaretlere dayanarak hayali bir gerçeklik yeniden üretilmektedir.
Bu bilimsel hayali gerçeklik ise dolaylı sebeplere dayandırılarak, ırkçılığı
meşru kılmaktadır. Örneğin, bir Fransız çalışanın Cezayirli göçmenlerden ötürü
iş bulamadığını şikâyet etmesi gibidir. Balibar için, gerçek farklılık;
işaretlerinin yani ad-soy ad, deri rengi, dinsel tercih etrafında zincirlenen ve
korunma hayalinin zihinsel ürünleri olan söylemlerde, temsillerde ve
pratiklerde kayıtlıdır. Yani, yeni ırkçılığın var olmasının temelinde,
toplumsal yapıyı kendimiz-biz diye görülen kimliklerini her türlü melezleşme,
karışma, devşirme ve çatışmalardan koruma zorunluluğu hissidir. Zihinsel ürün
olan söylemler ise, kendinden farklı olanı küçük görme, şiddetle aşağılama,
sömürme, kendi yapmak istemediği işi ona yaptırma gibi eylemlerdir. Yeni
ırkçılık bu davranışlarda gizlidir.
Kristina
Boreus’a ait olan Söylemsel Ayrımcılık ve Dışavurumları[3]
adlı makalesinde anlatıldığı gibi, bir insanı tanımlarken başkasının
özellikleri ile kıyaslayarak anlatma da bir çeşit ırkçılıktır. Bunu günlük
hayatımızda aslında sıkça yapmaktayız. İnsanlar artık ötekini dışlamadan
kendini olduğu gibi anlatma yetisinden yoksunlaşmıştır. Ötekinin özellikleri
değersizleştirildikçe kendini anlatan kişinin değeri göreceli olarak
artmaktadır.
Yeni Irkçılık Tartışmalarının
Nedenleri ve Kuramsal Çerçeve Etrafında Örnekler:
Yeni
ırkçılıkta odak noktası kültürel farklılıklardır. Irkçılık artık beslenme
kaynağını kültürel farklılıklarda bulmakta ve giderek bu ırkçılığı yaymaktadır.
Balibar’ın sözlerinden yararlanmak gerekirse ‘’yeni-ırkçı
öğretilerde hiyerarşi temasının ancak görünüşte ortadan kalktığını anlamak zor
değildir.’’ Balibar yeni ırkçılığı,
sömürgelikten kurtuluş çağına, eski sömürgelerle eski metropoller arasındaki
nüfus hareketlerinin tersine çevrilişi ve insanlığın tek bir siyasal alan
içinde parçalanışı çağına ait bir ırkçılıktır diye tanımlar. Burada bir diğer
husus ise, biyolojik özelliklerin değil kültürel özelliklerin aşılamadığı bir
ırkçılık yani ilk bakışta bazı grup ya da halkların birbirine üstünlüğü değil,
sadece sınırların kaldırılmasının sakıncasını, hayat tarzlarının ve geleneksel
bağdaşmazlığını savunan bir ırkçılık olarak düşünülebilir. Farklı kültürel
özellikler dendiğinde akla, göçmenler-mülteciler-yerli olmayanlar-yerinden
edilenler- dinsel-cinsel-etnik azınlıklar, kısaca o ülkeye ait olarak
görünmeyenler işte yeni ırkçılığın nesnesi olmuşlardır. Günlük hayatta
gazetelerde okurken farkında olmadığımız birçok yeni ırkçılık söylemleri
vardır. Örneğin, Rus mafyası, Türk oto hırsızı, Afrikalı uyuşturucu satıcısı,
Doğu Avrupalı kadın tüccarları gibi medya ifadeleri ile sınıflandırma ve
etiketlemelere neden olmaktadırlar. Burada sorun, bu kişilerin yabancı uyruklu
olmasından ziyade içinde yaşadıkları entegre olmaya çalıştıkları toplumun
geleceğini tehlikeye düşürdükleri algısında yatmaktadır.
Avrupa’ya doğru artan göç dalgası, 11 Eylül
saldırısı sonrası artan İslamofobi gibi olaylar yeni ırkçılık kavramının içini
doldurmuştur. Bu gibi temel olayların sonrasında, Avrupa ülkelerinde artan
gelecek korkusu, sosyal güvensizlik, bireysel çıkarımlar, ulusal kimlik
vurgusu, geleneksel inanış ve önyargılar, toplumsal yapıda dönüşümlere sebep
olan göç ve ekonomik faktörler yeni ırkçılığın artışında etkili olmuştur.
Göçmenlere ve mültecilere yönelik ayrımcı davranışların nedenlerinin başında
ulusal güvenliklerine bir tehdit olarak görülmesidir. Bu gibi tehdit algıları
da, ırkçı düşünceleri beslemektedir, kendilerine benzemeyenlere fazladan bir
kontrol dayatılması, sorguya çekilmesi gibi örnekler verilebilir.
Yeni ırkçılık, kendini
ötekilerden farklı görenlerin çizdiği, oluşturduğu coğrafi ve yabancıların
zihinsel ve coğrafi sınırların dışında yaşaması gerektiğini düşünen bir
anlayışı da ifade etmektedir. Kültürel olarak kendinden farklı olanlar
potansiyel bir tehdit olarak görülmekte ve her an onlara karşı teyakkuzda
olunması gerektiği düşünülmektedir. Farklı kültürleri seviyoruz ve saygılıyız
ama siz de bizim gibi davranmalısınız imasının altında bu yeni ırkçılık
yatmaktadır. Görünmeyen kültürler arası eşitsizlik inancı birbirine benzemeyen
kültürlerin bir arada yaşayamayacağı kanısındadır. Irkçı söylemlerde, ayrı
yaşaması gereken farklı grupların olduğu inancı vardır. Toplumları böylelikle
ayrıştırmak makul yol olarak düşünülür. Balibar’a göre ırkçılığın önenmesi
isteniyorsa, soyut ırkçılık karşıtlığının yani insanların hareketlerinin
sosyolojik ve psikolojik kurallarının bilmezlikten gelinmesi önlenecekti. Yani,
‘’hoşgörü eşiklerine saygı göstermek, kültürel mesafeleri korumak yani
bireylerin bir tek kültürün mirasçıları ve taşıyıcıları olduğunu ileri süren
varsayım gereğince toplulukları ayırmak gerekecekti. Kentsel
yenileştirme-dönüşüm projeleri, okullarda ırkçılığa karşı mücadele günleri gibi
hareketler de asıl ırkçılığa dâhildir. Basit düşünmek gerekirse, her reddediş
bir kabul ediş anlamına gelmektedir. Nasıl ki kitle psikolojisi ile toplu
şiddet ve saldırganlık artıyorsa gerçek ırkçılık karşıtlığında da kitle
psikolojisi ile birlikte ortaya ırkçı söylemler çıkabilir. Örneğin, biz ırkçı
değiliz biz hoşgörülüyüz derken arkada yatan anlamda biz ve kendi kelimelerinin
dışındakiler nerede sorusu akla gelmektedir. Irkçı söylemler, Avrupa’nın
çeşitli bölgelerinde farklı ülkelerde farklı biçimlerde yer almaktadır.
Balibar, bir Fransız ideolojisinden bahsetmektedir. Fransa’nın, insanları
evrensel olarak eğitme misyonunu üstlenmiş oluşu da bir tür ırkçılık olarak
görülmektedir. Bir gizli asimilasyon kurulmuştur ve bunu evrensel değerleri
reddedip kendi kültürüne göre yaşamak istemekte direnenleri dışlamak şeklinde
sonlanmaktadır.
Bu manada, klasik
ırkçılık sembolik diye tabir edilen bir ırkçılıkla değişime uğramıştır. Yeni
ırkçılık söylemi, Balibar’ın da ifade ettiği şekilde, kültürel bir hiyerarşi
üzerinden kendini var etmektedir. Kültür, insanları ve toplulukları bir soy
kütüğüne, dokunulmaz ve değişmez bir soy belirlemesine hapsetme yolu olarak
görülebilir. Burada, yeni ırkçılık, aynı coğrafyada yaşayan insanların tarihsel
süreçte kazandıkları kültürel alışkanlıkların farklı olduğunu savunmaktadır.
Farklı kültürel gruplar içinde, dinsel, etnik gruplar vardır. Kültürel
özellikler de bir soya- bir gene özel olarak atfedilmektedir aslında yeni
ırkçılık gene biyolojik ırkçılığın devamı gibidir. Irkçılık söylemi günümüzde
de belli bir geçmişe, soya ait olma fikriyle özdeşleştirilmektedir. Alenen bu
ifade edilmese de, aynı kökten olan insanların bir arada yaşaması gerektiği
inancı, ulus devlet inşa süreçleri ve sonrasında da milliyetçilik ve ırkçılık
söylemlerini artırmıştır.
Balibar’ın bir diğer
ifadesine göre, eğer değiştirilemez kültürel farklılık insanın gerçek doğal
ortamı için vazgeçilmez atmosferi ise o zaman bu farklılıkların ortadan
kaldırılması sonucunda zorunlu olarak savunma tepkileri, etnik gruplar arası
tartışmaların artışına yol açacaktır.
Biraz daha belli bir
kavram üzerinden yeni ırkçılığı irdelemek gerekirse, göç kategorisi ele
alınabilir. Göç Balibar’a göre ırk kavramını ikame edici ve sınıf bilincini
parçalayıcı bir etken olarak yeni ırkçılığa dair ipuçları vermektedir.Hollanda
örneğinden gidersek, oldukça liberal, hoşgörülü olarak bilinen ülkede göçmenler
için belli başlı standartlar getirilmiştir. Hollanda’ya gelmeden önce bu ülke
hakkında güncel bilgilere sahip olması, eğitimli olması, Hollanda kültürü ve
tarihi hakkında donanımlı olmak gerekmektedir ki yapılan sınavı geçenler ülkede
yaşama hakkına sahip olsun. Son zamanlarda çokça kullanılan entegrasyon(uyum)
kavramından da anlaşılacağı üzere, kollektif zihinlerde mevcut bir yabancı
düşmanlığı vardır. Hollanda veya Almanya kültürüne-yaşamına entegre olmada
zorluk çekebilirler düşüncesi, onlara eğitimsiz gözüyle bakma, ucuz işçi olarak
görmeleri göçmenlere baştan ötekileştirmiş kalıpları dayatmaktadır. Almanya’ da
ise çok iyi eğitim almış ikinci ve üçüncü nesil göçmenlere karşı da hala bir
önyargı vardır, ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Her ne kadar, üçüncü nesil
olup, o kültürle doğmuş büyümüş, melezleşmiş, tüm kültürleri özümsemiş olsalar
da iş hayatında bile ayrımcılığı yaşamaktadırlar. Neo nazi cinayetlerinin
artışındaki sebep yeni ırkçılığın hâkim olduğu düşüncelerdir.
Yabancılar ve
göçmenlere karşı oluşturulan yasalar ve göçmen fobisi işlenerek yeni ırkçılığa
katkıda bulunan devletlerin genel olarak demek istediği, senin yaşam tarzına
saygılıyım, kültürüne de ama bize fazla yakın durma eğer aradaki mesafeyi
azaltmaya çalışırsan sana tepki gösteririm, yasalar koyarım şeklindedir. Balibar’ın deyişiyle “meta ırkçılık” da denilebilir. Fransa’da
ki evrensel eğitim anlayışında olduğu gibi liberal kanatta görünen, aradaki
duvarları yıkmış gibi hissettiren, kültürlere karşı düşünceleri hep hoşgörülü
gibi olan toplulukların aslında sınırlarını çok kalın hatlarla çizdiği aşikârdır.
İnsanları kendi anlayışlarına uygun bir sınıra hapsederek onlara özgürsünüz
eşitiz diyerek aslında farklı bir ırkçılık uygulanmaktadır. Dinsel, etnik ve
kültürel açıdan farklı grupları hedef alan söylemleri de içinde
barındırmaktadır.
Yeni ırkçılığın giderek artmasının nedenleri arasında
göçmenlerin devlet borçlanmasında büyük rol oynadığını düşünen siyasetçilerin
artışıdır. İngiltere başta olmak üzere derinleşen ekonomik bunalımlar
karşısında tek çözüm adresinin farklı uluslardan gelen insanlar arasında
bölünmeyi yaratmak olduğu düşünen egemen sınıfın giderek büyümesidir.
Yukarıda anlatılanlardan ve açıklananlardan ötürü Avrupa
kültürünün Avrupa’nın melezleşmesine karşı büyük bir korkusu ve tepkisi
olmaktadır. Fransa’nın eğitim sistemine Fransa’nın Kuzey Afrika’da kültürlerin
gelişmesine ekonomik ve sosyal açıdan yardımda bulunduğunu anlatan hikâyeler,
yazılar konulması istenmiştir, burada amaç göçmenlere kendilerinin sömürgeci
değil, medeniyeti yayan bir kültür olduklarını ve Fransa kültürü altında
yetiştiklerini bir kez daha anımsatmaktır. Burada açıkça, meta ırkçılık
mevcuttur. Bu olayda, beyaz insanların ve sömürenin tarihi okutulması olarak
düşünülürse de yeni ırkçılıktan bahsedilir. Bu yüzden, Yeni ırkçılık, farklı
kültürlerin bir arada barınmasını, alışveriş halinde olmasını kabul etmeyen bir
ırkçılık türüdür.
Sonuç:
Kısaca, yeni ırkçılık gerekçeleri olarak, kültürlerinin bozulacağından
korkmaları, istihdam alanlarındaki boşlukları dolduracakları, çocuklarının
farklı kültürlerden çocuklarla kaynaşıp kendi kültürlerinden uzaklaşacağı,
melezleşme sonucu saf olarak korunmuş geleneksel düşüncelerinin bozulacağı gibi
fikirler mevcuttur. Bu fikirler başta siyasetçilerin gündeminde kökleşmiş bir
halde söylem halini almışken, topluluklar arasında da farklı olana karşı bir
sırt çevirme, ötekileştirme, hangi ülkeden geldiğini her şeyden daha çok merak
etme ve sorma gibi eylemlerle cisimleştirilmiştir. Biyolojik olarak farklı olan
ötekinin yerini artık sosyolojik olarak farklı olan öteki almıştır. Bu yüzden,
yeni ırkçılık doğu batı ayrımını daha çok belirginleştirmektedir. Olması
gereken, kendi özelliklerimizi özcü bir biçimde ele almayıp, kendi özelliklerimizle
özgürce yaşamaktır.
[1] Şerife Türcan Özşuca, ‘’Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme ve Refah
Devleti’’,http://www.kamu-is.org.tr/pdf/7217.pdf, (02.06.2012)
[2]
Guy Standing, “Global Feminization Through Flexible Labour”, World Development, 17(7), 1989, s.
1077-1095.
[3] Ders
için okunacak makaleler arasında olduğu için, bu makaleden faydalanıldı. Kristina
Boreus, ‘’Söylemsel Ayrımcılık ve Dışavurumları’’, www.nefretsoylemi.org/resimler/200911194556238055.doc,
(19.05.2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder